Reyhanlı katliamının ardından gündeme gelen tartışmalar daha çok failler ve Başbakan Erdoğan- Obama görüşmesinin sonuçları üzerinde odaklandı. Doğal. Ama ben genellikle birbirine paralel analizlerden birini daha yapmaktan çok, Ortadoğu gerçekleri üzerine yazmayı bugün de sürdüreceğim. Günlük gelişmeler, biraz da bu gerçeklerle kurduğumuz ilişkilerin niteliği ile şekilleniyor çünkü. Reyhanlı katliamı, ne tür bir bölgenin parçası olduğumuzu bize hatırlatmakla kalmadı, aynı zamanda daha fazla erteleyemeyeceğimiz bazı “ödevler” de verdi.
Ortadoğu’nun “karmaşık” hâllerini sadece bölgenin petrol kaynakları üzerinde nüfuz sahibi olma çabalarıyla izah etmek eksik bir teşhis olur. Bölge, etnik ve dinsel çeşitliliği ile de “hassas” bir özelliğe sahip. Ama bunu siyasi konseptlerden bağımsız ele almak olanağı yok. Çünkü Ortadoğu’da bazen artan, bazen azalan ağırlıkta her zaman gündemde olan mezhep çelişkileri, adını dosdoğru koyarsak Şii-Sünni gerilimi, “kendi başına” bir olay değil. Mevzuun özü ne kadar dinsel, mezhepsel farklılıklardır ve ne kadar güç, iktidar, nüfuz mücadelelerinin bu görüntü altında sürdürülmesidir; çoğu zaman bunu ayırt etmek pek kolay olmuyor... Kesin olan, bizim günlük siyasetimizin klişelerinden biri olan “Dini siyasete alet etmemek” yaklaşımının bugünkü Ortadoğu’da karşılığı olmadığıdır. Hemen her dinsel topluluğun siyasi partileri, hatta militer örgütleri olduğu düşünülürse, bu durum daha iyi anlaşılır.
Bugün için gündemden düşmüş olsa da “Arap Baharı” ile ilgili hatırlamamız gereken bazı gerçekler var. “Arap Baharı”, bölgenin bazı ülkelerinde kanlı bir şekilde bastırıldı ve kimseler de“diktatörlüğe karşı demokrasi” gibi bir tutum almadı. Bahreyn’de Sünni iktidar Şiilerin öncülük ettiği kalkışmayı bastırdı mesela, hem de Körfez İşbirliği Konseyi üyesi ülkelerin askerî desteğiyle. Suudi Arabistan’ın Doğu Vilayeti’nde Şiilerin mezhep ayrımcılığına karşı “anayasal eşitlik” talep eden gösterileri de bastırıldı. Sünni İslam dünyası, Şii kaynaklı hareketler sözkonusu olunca, başka konularda rastlanamayan türden bir ortak tutum alma becerisi sergiledi. İlgili ülkeler, mesela Suudi Arabistan, Katar, bu “dayanışmaya” öncülük ettiler. Şimdi de, Türkiye ile birlikte Suriye’de Baas diktatörlüğünün devrilmesi için para ve mesai harcıyorlar...
Bu tabloya tersinden bakıldığında da aynı gerçeklikle karşılaşıyoruz. Şii İslam dünyası da, başta İran olmak üzere, Suriye’de Esad’ın kanlı eylemlerini, katliamlarını seyretmekle kalmıyor, her düzeyde destek de veriyor. Bu, açık ki, bölgede güç, iktidar, nüfuz hesaplarıyla iç içe geçmiş mezhep çatışmasını belirgin kılan bir tablodur.
Türkiye’nin bölgenin Sünni aktörleriyle genellikle iyi ilişkiler içerisinde olmasının, Şiiler nezdinde olumsuz bir algının şekillenmesine gerekçe teşkil ettiği, malum. Bu olumsuz Türkiye algısı, Türkiye’nin Irak ve Suriye politikalarına paralel şekilde keskinleşmiş görünüyor. Türkiye’nin NATO’nun Füze Kalkanı Savunma Sistemi’ne katılması da bu olumsuz algıyı pekiştiren bir etki yarattı.
Dinsel aidiyetlerin siyasetle, iktidar ilişkileri ile bu denli iç içe geçmesi, kitleler üzerinde etnik değer yargılarının da önüne geçen bir “motivasyon” kaynağı olması, Ortadoğu’daki yeniden yapılanma sürecini izlemekle yetinmek istemeyen için üzerinden atlanamayacak bir önem taşıyor. Ama bu durum iktidar için ne denli “önem” arz ediyor, bu çok da net değil...
Tam da burada durup Türkiye’nin “komşularla sıfır sorun” politikasının çöktüğünü belirtmek gereği var. Bunun en önemli nedenlerinin başında, AKP’nin daha çok Sünni duyarlılıkları gözeten bir çizgide yürümesi geliyor. Bunun “hassas” bir bölgede “lider ülke” olma hesapları yapılırken aksi yönde de refleksler yaratmayacağını düşünmek “saflık” olur. “Mezhep çatışmasına karşıyız”beyanları kendi başına pratik bir değer ifade etmiyor.
Öyle görünüyor ki AKP, CHP’nin Baasçılıkla aynı kefeye girmeye razı sorumsuz politikasından gayet memnun. Zira buna karşı Sünni çoğunluğun desteğini sağlama almış oluyorlar. Bu, günlük politika açısından gayet “kârlı” bir taktik görülüyor olabilir. Ne var ki bu, “kâr- zarar” hesabını neye göre yaptığınıza bağlı olarak yapılabilecek bir değerlendirme...
Konuyu tam da “mevzuun özü”ne gelmişken ortada bırakacak değilim. Çünkü Obama ile varılan mutabakatlardan çok daha önemli olan “bize” ait sorumluluklardır...
Dersim’de büyüklerimizden nasihat, bellediğimiz bir sözdür; “Berê tû xo bizane kê sar tû bîzano(Önce kendini bil ki eller de seni doğru bilsin).”
Twitter: @CaferSolgun
.
|
||||||||||
|
Aradığın Evi Bul. Emlak8.Net
Dijital Reklam Ajansı Serbay Interactive