Önceki yazımda “sorun biraz da psikolojik” demiştim. Bunun Kürtler ve Kürt sorunu bağlamında biraz daha açımlanmasında yarar var. Zira Lice olayı, sürecin “hassasiyetini” gören her göz açısından bir kez daha ortaya koydu. Maalesef, kan dökülerek...
Kürtler çok net bir şekilde barıştan yana. Tabii, “barış”tan ne anladıklarını da hemen her zeminde ifade ediyorlar. Âkil raporlarında da Kürtlerin büyük çoğunluğunun barışa ne tür anlamlar atfettikleri açıklıkla yer almış durumda.
PKK’nin silahlı güçlerini büyük ölçüde sınır dışına çekmesiyle birlikte, süreç, “ikinci aşama” olarak formüle edilen yeni bir döneme girdi. Bu sürecin özelliği, topun iktidarda olması. Demokratikleşmeye dönük adımlar atılması, bu sürecin anlam kazanmasının birinci ölçüsü. Vurgulamak gereği var; çoktandır temposu düşmüş demokratikleşme çabasına ivme kazandırmak, tek başına Kürt sorununun barışçıl çözümüyle ilgili değil, bir bütün olarak Türkiye’nin demokratikleşmesiyle ilgili bir anlam ve değer ifade ediyor. Yani barış, işleyen, sahici bir demokrasi içerisinde hayat şansı bulabilecek. Örneğin yüzde 10 seçim barajının en azından yüzde beş seviyesine çekilmesi böyle bir anlam taşıyor. Terörle Mücadele Kanunu’nun kaldırılması, Siyasi Partiler Kanunu’nun düzenlenmesi gibi hususlar da öyle.
Denebilir ki “ikinci aşamada” atılması gereken adımlar arasında Kürt sorunuyla doğrudan bağlantılı somut beklentiler, KCK tutuklularının serbest bırakılması, anadilde eğitim, Öcalan’ın yaşam şartlarının düzeltilmesi gibi talepler. Ve daha acil olanı, hasta tutuklu ve hükümlülerin serbest bırakılması. Bu, zaten olması gerekendir; ama “süreç”le bağlantılı olarak gündeme gelmesi, daha ivedi hareket edilmesini gerekli kılıyor.
İkinci aşamanın akıbetini kuşkusuz iktidar partisi ve Başbakan Erdoğan’ın söylemleri üzerinden kestirebiliriz. Bu durumda maalesef süreç çok da umutlu bir heyecan yaşanmasına vesile olmuyor.
Zira Kürtlerin “barış istiyoruz ama devlete de güvenmiyoruz” şeklinde özetlenebilecek temkinli ve tedirgin hâli, sürecin gidişatı açısından üzerinde ciddiyetle durmak gereken bir önem arz ediyorken, bu realiteyi görmezden gelen üsluplarla konuşmak, Sayın Başbakan’ın “tarzı” olmaya devam ediyor. Ne olursa olsun Erdoğan’a toz kondurmamak gayretinde olanlar, “Başbakan’ın tarzı, üslubu böyle, aslında niyeti başka, bakmayın öyle şeyler dediğine” gibi güler misin ağlar mısın dedirten izahatlar yapıyorlar; ama bu arada “hassas” sürecin nereye gittiğini de görmezden geliyorlar. Hemen ve tamamen iyi niyetli bir uyarı olarak söyleyeyim; iyiye doğru gitmiyor...
Mesele sadece ““teröristbaşı”, “bölücü örgüt paçavraları” gibi söylemlerin barış yapacağınız insanlar üzerinde yol açtığı “ne oluyoruz?” etkisi ile de sınırlı değil.
Roboski katliamının önce Meclis’te oluşturulan komisyondaki AKP’li çoğunluk tarafından “karartılması”, ardından sivil yargının da “görevsizlik kararı” ile dosyayı kapayıp Genelkurmay’a göndermesi, sadece Uludereli köylüler üzerinde “bu nasıl barış süreci?” etkisi yaratmadı, farklı siyasi eğilimlere sahip bütün Kürtler üzerinde öfke ile karışık bir şaşkınlığa neden oldu.
“Kalekol” adı verilen yeni karakol inşaatları da Kürtlerin yaşadığı güvensizliği pekiştirdi: Madem barış olacak bu kale gibi karakollar neyin habercisi acaba? Nitekim PKK yöneticilerinden, kalekol inşaatları kastedilerek “devlet savaşa hazırlanıyor” şeklinde açıklamalar geldi.
İktidarın Kürtlerin sürece verdikleri desteğin “temkinli” ve “kırılgan” niteliğini iyi analiz etmesi gerekiyor. Süreç ve Türkiye’nin demokratikleşmesi adına atılması gereken adımlar iktidar partisinin “süreci götürmekte kararlıyız” şeklindeki söylemlerinin de ciddiyet ölçüsü olacak. Ama bunun yerine hemen atılması mümkün adımlar dahi belirsiz geleceklere “ötelenir” veya “pazarlık kozu olarak elde tutmaya devam edelim” denirse, bu durumda “sürecin” geleceği için gerçekten de endişelenmek gerekecektir... Sürekli “süreci sabote etmek isteyenler var” denen “güçler”, asıl o zaman Kürtlerin giderilemeyen güvensizliği üzerinde uğursuz planlar yapma imkân ve ortamı bulabileceklerdir. Dahası, iktidarın barış konusundaki inandırıcılığı, özellikle Kürtler nezdinde hayli tartışılır olacaktır. Yazık olacaktır.
Kullanılan dilden başlamak üzere sürecin demokrasiyi derinleştirecek adımlarını atmayı ertelemek, ağır bir vebaldir; kimse taşıyamaz...
***
» “Diyanet’in Dini: Devlet” yazı dizisine çok olumlu tepkiler aldım. Teşekkürler. Yanı sıra bana ilettikleri görüşlerinin yayımlanmasını isteyen okurlar oluyor. İlettiğiniz görüşleri, dizi kapsamında veya hemen sonrasında değerlendireceğim. Ricam, görüşlerinizi mümkün oldukça kısa ifade etmenizdir.
Twitter: @CaferSolgun
.
|
||||||||||
|
Aradığın Evi Bul. Emlak8.Net
Dijital Reklam Ajansı Serbay Interactive