Eskiden “merkez medya” deyince bundan belirli bir mecra anlaşılırdı. Bu medyanın “vitrin” işlevi gören yazar ve yöneticileri, memleket meselelerinin belli başlı yorumcularıydı aynı zamanda. Siyaseti “dizayn” etmeye soyundukları zamanlar bile oldu, hatırlıyoruz. İşlerini bilgi, donanım ve deneyimleriyle herkes için demokrasi ve özgürlüklerden yana bir tercihle yapanları tenzih ediyorum elbette, ama çoğunun gerçeği “derin” konseptler kapsamında işlevlendirilmiş olmaları idi. İşlerini bir “devlet görevi” anlayışıyla ifa ediyorlardı.
Artık o “merkez”in başka ortakları da var. Çeşitlilik iyi bir şey tabii. Ama meslek ahlak ve anlayışı adına ne değişti diye baktığımızda, bu çeşitli görünümün çok da ciddi bir değişiklik anlamına gelmediği gerçeğiyle karşılaşıyoruz.
Her hâlükârda iktidar karşıtı olmayı prensip edinmiş medya grupları hakkında uzun uzadıya konuşma gereği olduğunu sanmıyorum. Yakından izlediğimi söyleyemem, ama niçin bu kadar “çeşitli” olduklarını anlayabilmiş de değilim. Aralarında en fazla ton farkları olduğu söylenebilir. Ulusalcı, Ergenekoncu, Kemalist hassasiyetlerin sözcüsü gazete ve TV kanalları bunlar. Ayakları altındaki zeminin kaymasından dolayı telaş, panik ve üzüntü içindeler, bu yüzden saldırganlar. En son Gezi’den darbe çıkarmak için yoğun mesai yaptılar; elde var, hüzün. Şimdilerde darbeci Mısır ordusunu cilalıyorlar “işte devrim ordusu” filan diye ve tabii “bizimkilerde tık yok” dercesine...
Asıl bir zamanların “merkezi” olanların hâli ilginç bir manzara oluşturuyor. Sonradan aynı “merkez” mantığıyla bu mecranın rolüne ortak çıkanlar da dâhil olmak üzere, hayli zor bir işin üstesinden gelmeye çalışıyorlar: Gerçekte bir kaşık suda boğmak istedikleri AKP ile “uyumlu” olmaya çalışmak. Bu noktaya durup dururken gelmediler. AKP’nin kapatılmanın eşiğinden döndüğü gün jetonları düştü. İktidarın basın ve ifade özgürlüğü adına haklı kaygılara yol açan ve bizzat Başbakan Erdoğan’ın yakından ilgilendiği müdahalelerin etkisini de unutmamak lazım elbette. Sonuçta “ricat” ettiler. Roboski ve Gezi Parkı, bu medyanın iktidar karşısında benimsediği “ricat” taktiğini ne denli abartabileceğinin utanç verici örnekleri oldu...
AKP bu durumdan hoşnut, ama onların kendisini ve kendisinin de onları sevmediğini unutmuyor asla. Gezi olayında hafif kendini kaybedenlere “kendinizi kanıtlayacaksınız, tam olmamışsınız” cezası vermiş olmalı ki, Doğuş Grubu medyası mesela, iktidara yaranmak için ne yapacağını şaşırdı...
Bu genelleme içinde bunca olup bitenden sonra artık rahatlıkla “yandaş medya” tabiriyle tanımlayacağımız medya gruplarının hâli, daha da acayip bir yerde duruyor. TMSF operasyonları sonucunda hayli güçlendiler, çeşitlendiler. Tabii bu çeşitlenmenin müşkülatları da var. İktidar partisine güzelleme yapmak, göze girmek konusunda kim daha çok etkili işler çıkartacak; hiç kolay değil... Sanırım iktidar da bunları özellikle “kriz” dönemlerinde bir tür performans sınavına tabi tutuyor. Bu sınavlardan geçer not alamayanlar ile göz dolduranlar, layıklarını buluyorlar. Kimisi işten atılarak, kimisi de terfi ettirilerek...
Bu tabloda gazetecilik, objektif habercilik, dürüst yorumculuk yok. Çıkar hesaplarına bu işlerin kabaca alet edilmesi var. Çünkü medya patronları Yavuz Baydar’ın yerinde vurgusuyla demokrasiden daha öncelikli işleri önemsiyor ve yazarları, çalışanları da buna göre şekillendiriyorlar. Ne var ki gerçeklerin gizlenmesi, çarpıtılması eskisi kadar “kolay” değil. Bir ülkede medya gün geçtikçe itibar kaybediyor ve buna karşılık “alternatif medya” araçları önem kazanıyorsa, orada herkesin şapkasını önüne koyup düşünme zamanı da gelmiş demektir.
Hayat yaşadığımız andan ibaret değil; her şey, sonuçta bir akış içinde anlamlıdır. Ve o akış, her zaman var olanın hükmü demek değildir...
Twitter: @CaferSolgun
.
|
||||||||||
|
Aradığın Evi Bul. Emlak8.Net
Dijital Reklam Ajansı Serbay Interactive