Mısır’da maalesef “beklenen” oldu. Cunta, meydanları sivil direnişten “temizlemek” için katliam yaptı. Olağanüstü hâl ilan etti. Yüzlerce insan öldürüldü, binlercesi de yaralı.
Türkiye, Mısır’da darbeye en net tutumu alan ülke olarak katliamı açık ve sert ifadelerle kınadı.Başbakan Erdoğan Türkmenistan’a yapacağı günübirlik ziyaret öncesinde gazetecilere yaptığı açıklamada Batı’yı eleştirdi; “Böyle giderse tüm dünyada demokrasi sorgulanır ve bu Türkiye için de geçerlidir” dedi.
Darbe, darbecilik, olağanüstü hâl, sıkıyönetim nedir iyi bilen Türkiye’nin Mısır’daki darbe düzenine ve kanlı icraatlarına karşı çıkması, hiç kuşkusuz ki olması gerekendir. Ancak Erdoğan’ın ve Türkiye’nin tavrı ve tepkisi ne denli yerindeyse, kullanılan bazı ifadeler de bana aynı ölçüde düşündürücü geldi.
Erdoğan’ın açıklamaları haber bültenlerine henüz düşmüşken kimi yazarlardan gelen destek mesajları da dikkat çekiciydi. Mesela Cemil Ertem Twitter’da şöyle yazdı: “Tarafsız değilim, bu süreçte tarafımı aydın sorumluluğu ile ilan ediyorum; Başbakan’ın biraz önce söylediklerinin arkasındayım, bedeli olsa da.” Niyetim Ertem’le polemik yapmak değil. Sözlerini son zamanlarda hayli revaçta olan bir duruş ve düşünüş şeklini ortaya koyduğu için alıntıladım.
“Aydın sorumluluğu” diye bir şey varsa eğer, konumuz bağlamında tabii ki bu darbeciliğe ve insanlık suçlarına karşı “bedeli ne olursa olsun” karşı durmayı gerektirir. Bazı çevrelerin pek tuttukları bir ifadeyle söyleyecek olursak, “ama” demeden hem de. Siyasi iktidarın tavrından bağımsız olarak ve faili kim olursa olsun bir katliama, insanlık suçuna, demokrasi karşıtı bir eylem veya zihniyete, aynı “aydın sorumluluğu” duyarlılığıyla karşı çıkmak gerekir yani. Sözkonusu olanSuriye ve Rojava da olsa, Irak da olsa, Türkiye ve Roboski de olsa...
Erdoğan’ın Mısır’daki katliamla ilgili Batı’nın “ikiyüzlülüğünü” eleştirmesi, bir gerçekliğin ifadesidir, doğrudur. Yıllarca “faili meçhul” kayıplarımızın peşindeyken, işkence ve katliam olayları için, hak arayışlarının zulümle bastırılmak istenmesine karşı durmak için veya 12 Eylül zindanlarında insanlık onurunu koruma direnişindeyken suskunluğa gömülmüş topluma sesimizi duyurmak için feryat ettiğimiz “susmak onaylamaktır” çığlığımızı Batı âlemini eleştirirken hatırlaması ve söylemesi de öyle...
Ancak demokrasiyi ve ifade ettiği evrensel değerleri zihinsel altyapısında Batı’ya mal ederek “gerekirse demokrasiyi sorgularız” demesi, gösterdiği haklı tepkinin içini boşaltan bir anlam taşımaktadır. Anlaşılıyor, Başbakan’ın meramı herhâlde Batı’ya durumun vahametini göstermekti. Ne ki yaşanan durum yeterince vahim zaten ve Batı’nın tutumu da ziyadesiyle “ikiyüzlü”...
Çok açık; Batı, Mısır’ın “jeopolitik önemi” ile ilgili. Ve bu “önem” nedeniyle rejimin cuntacı ya da katliamcı olmasından ziyade, kendileriyle ilişki kurma isteklerine, özcesi çıkarlarına bakıyorlar. Demokrasi ve insanlık değerlerini çıkarlarına kurban eden Batı’yı eleştirmek konusunda komplekse kapılmanın gereği yok. Çünkü o değerler insanlığın ortak kazanımıdır.
Belirtmeden geçmeyeyim: “Aydın sorumluğu” gibi gayet ulvi bir gerekçeyle Başbakan’ın sözlerine coşkuyla destek vermenin ne tür bir “bedel” gerektirdiğini bilemiyorum, ama bu aralar kaygı duymadan barış, demokrasi ve özgürlüklerden yana durmanın giderek daha meşakkatli bir tercih olmaya başladığının farkındayım.
Demek ki “aydın sorumluluğu”na var daha...
Twitter: @CaferSolgun
|
||||||||||
|
Aradığın Evi Bul. Emlak8.Net
Dijital Reklam Ajansı Serbay Interactive