Bazen okurlarımdan soranlar oluyor, “bu kadar yazacak mevzu nasıl buluyorsun” diye. Onlara Türkiye’nin hızlı ve hayli de çeşitli gündemini hatırlatıyor, sıkıntının yazacak konu bulmaktan ziyade yeri belli bir köşe sınırı içinde kalarak bu gündemi ele alabilmek olduğunu söylüyorum. Şahsen yazı günlerimde benim yaşadığım “sıkıntı” bundan ibaret.
Ama mevcut medya tablosu içinde yazmanın başka sıkıntıları da var tabii. Bunların başında da duygu ve düşüncelerini “özgürce” yazabilmek, yansıtabilmek geliyor. Malum, hayatın her alanına hâkim olma hassasiyeti bayağı gelişkin bir iktidar var ve medya da bu hassasiyetin en gözde alanı. Böyle olunca ve medya patronları da genellikle iktidarla ilişkilerini bu işi yapmanın temel ölçülerinden biri hâline getirince, yazar-çizer erbabı da, istisnalar bir yana, bir gözü güç odaklarına bakakalmaktan şaşı oldu.
Mesela Çözüm Süreci, malum, memleketin en önemli gündemi. Kıblesi iktidar odakları olan yazar ve yorumcular, Başbakan Erdoğan’ın ağzından çıkan bir cümleyi evire çevire aylarca güzellemeye gayret ediyorlar. Bu da bir tür marifet tabii. Ama geçenlerde Başbakan “Çözüm Süreci’nde medyadan yeterince destek görmedik” deyince, muhtemelen canları sıkılmıştır. Ama doğruya doğru. Başbakan haklı. Ben de her yeri geldiğinde “Çözüm Süreci’ni desteklemeyen ölsün” havasında alkış çalıp durmanın barışı savunmak demek olmadığını, bu çatışmasızlık hâlini kalıcı bir barışa taşımak için somut görüşler, öneriler, projeler geliştirmek gerektiğini söyledim, söylüyorum. Onlar ise toptancılığın sınırlarını zorlayarak sadece alkış çalmakla yetinmemek gerektiğini söyleyen herkesi “yoksa çözüme karşı mısın” baskısına maruz bırakmaya mesai harcadı.
Bir de gönlünden iktidar partisine bayrak açmak geçtiği hâlde, patronun iktidarla arası bozulmasın diye bağrına taş basanlar var. Hâl böyle olunca ya Fransız şaraplarıyla olan muhabbetlerinden bahseden yazılar yazıyorlar ya da Uzak Doğu seyahatlerine çıkıyor ve çok merak ettiğimiz (!) gezi izlenimlerini paylaşıyorlar okurlarıyla...
Belirli bir ideolojik angajmanla hareket edenler sanırım kafası en rahat olanlar. Bunlar da “hükümet ne derse o” rahatlığının aksi versiyonları oluyor; “hükümet ne derse, isyan et”. Bunlar gazeteci, yazar-yorumcu olmak adına gelecekte okulların medya derslerine konu olacak örnekler.
Tam da bu noktada, Başbakan Erdoğan’ın hatırlatması üzerine gündeme gelen Ahmet Kaya’nın lince uğraması ibretlik bir örnek. Olayı herkes ezber etmiş olmalı; yinelemeyeceğim. Erdoğan’ın “ulan hepiniz oradaydınız” sözleri üzerine o gün orada olanlar bir bir özürler dilediler yine, “pişmanım” dediler, Serdar Ortaç “o görüntülere bakınca kendimden tiksiniyorum” dedi, vb. Erdoğan’ın “o esnada tuvaletteydim, sigara içmeye çıkmıştım” diyenlere yönelik tepkisi, doğruya doğru, gayet insani. Dönemin gazete manşetleri var bir de. Olayı yazan ve yorumlayanları. En “beyaz” olanı bile savunamıyor şimdi, ya özür diliyor, ya da “zamanın ruhu” ile izah etmeye çalışıyor. O gün orada olup da Ahmet Kaya’ya çatal-bıçak fırlatan güruha engel olmaya çalışanlar da vardı ama. “Zamanın ruhuna” karşı duranlar yani.
Bunlar sahnede, yani görünürde olanlar. Peki, şimdi bu olayı şu ya da bu yönde istismar etmeye çalışanlara soran oldu mu: O gün siz nerede, ne yapıyordunuz? Ahmet Kaya hayatına mal olacak bir yola çıkmaya zorlanırken, siz ne hissettiniz? İşte bunu sorana gazeteci ve bunu özgürce yorumlayabilene yazar deniyor benim kitabımda...
“Zamanın ruhu”na bazen itiraz etmek gerekir... Ama bunun için de kıblenizin doğru olması, akıl ve vicdanınızın da bağlanmamış olması şart.
Twitter: @CaferSolgun
.
|
||||||||||
|
Aradığın Evi Bul. Emlak8.Net
Dijital Reklam Ajansı Serbay Interactive