Siyasetin kitabında“ demokrasinin şekli şemaline dair tanımlar yazılıdır. Kimi ‘çoğunluğun yönetimini‘ öne çıkartır, kimi ‘azınlıkların haklarının garanti altına alındığı yönetim biçimini‘... Batı demokrasilerinin alamet-i farikası ikisini dengelemekteki başarısı. İstisnalar kaideyi bozmaz. Tanımlar her daim hayatı izaha yetmese de yaşananların ismini elbette koymak gerek. Mısır’da ordu yani bir silahlı güç seçilmiş bir sivil yönetimi zorla devirmiştir. Lügatte bunun ismi “darbedir“, tartışılacak yanı da yoktur. Başka açılardan tartışılacak pek çok yanı vardır.
“Darbe“ tesbitini yapıp sızlanmak yetmez. En başta tekrarlanmaması için... Sonra 21. yüzyılda artık ‘her şeyin sandıkta bitmediği‘; ‘teamülleri‘ güçlendirmedikçe, ‘katılımcı‘ sıfatını taşımadıkça demokrasinin eksik/kusurlu ve akamete uğrama potansiyeli olduğu için... Üçüncüsü Arap âleminin motor gücü olan bir ülkedeki derin polarizasyonu anlayamamanın bölgesel bedelleri çok ağır olacağı için...
Mısır toplumu öylesine bölünmüş görünüyor ki, birinin ‘darbe‘ dediğine ötekisi ‘30 Haziran devrimi‘ diyor. Öyleyse madalyonun iki yüzüne bakmak lazım.
Nil’in incisi Kahire’nin özgürlük, adalet ve ekmek arayışının sembolü haline gelmiş Tahrir Meydanı‘na bakan dev bir bina vardır. Gitmiş olanlar bilir. “Mücemma“ diye anılan İçgüvenlik Bakanlığı binasıdır. İşte şu günlerde bu binanın geniş cephesini aydınlatan yeşil renkli lazerlerde ‘Bu bir darbe değildir‘ diye yazmasının manası ne ola ki? Peki, 2011’de Hüsnü Mübarek’i devirenin rivayet o ki iki katı bir kitlenin sokaklara dökülüp Mursi’nin istifasını talep etmesinin manası ne? Bunların hepsi “darbeci“ olabilir mi, öyleyse bu kadar “darbeciyle“ ne yapılacak?
Muhalefete göre, 25 Ocak 2011’deki kitlesel gösterilere sonradan katılmış olan Müslüman Kardeşler, Mübarek’in Yüksek Askeri Konsey tarafından devrilmesinin ardından siyasetin semerelerini toplamanın ötesine gitmedi. Önce gereksiz yere cumhurbaşkanı adayı bile çıkartmayacaklarını söyleyen, “iktidar peşinde değiliz devrime katılmak istiyoruz“ diyen; fakat sonra, örgütlü gücüyle elde ettiği sandık zaferlerini otoriter uygulamalara çeviren de onlardı... 2011 temmuzunda devrimciler sokakta askeri vesayete son verilmesini istediklerinde ‘ordumillet el ele‘ yazılı bildiriler bunun örneği. Devlet kademelerinde adam kayırmacılık, ekonominin kötü yönetimi, azınlıklara özellikle yüzde 10-15’lik Kıpti nüfusa yönelik ‘ötekileştirici‘ tavırlar, muhalefetin bu darbeye meşruiyet kazandırma gayretiyle sıraladığı şikayetler.
Mısır dönüşümden geçerken, toplumsal konsensüsü yansıtması gereken anayasanın çıkarılma biçimi başlı başına sorun. Mursi, ‘mecburdum‘ diyerek başkanlık kararnamesiyle tüm yetkileri elde topladıktan sonra muhalefetin boykotuna rağmen taslağı salt İslamcılardan oluşan anayasa komisyonu jet hızıyla tamamladı, meclis de jet hızıyla onayladı.
Muhalefet ise anayasa komisyonunda temsil oranına uygun yer almayı kabullenmedi. Konsensüs aranmamasını kendisine gerekçe yaptı, uzlaşmacı davranmadı. Zira muhalefetin liberal karakteri Müslüman Kardeşler’le benzeri bir otoriter doğaya sahip oldukları hakikatini değiştirmiyordu.
Nihayetinde anayasa aralık ayında yüzde 30 civarında bir katılım oranıyla yine jet hızıyla geçti. Kadın haklarından sivil özgürlüklere, Sünni İslam’ın devletteki rolünün artırılmasına ve elbette ekonominin kaymağını yiyen ordunun tüm ayrıcalıklarının yerinde kalmasına uzanan pek çok tartışmalı unsurla birlikte. Altı ay geçmeden Mursi’nin bizzat değişiklik önermek zorunda kalması ne acı.
Mübarek’in eski Dışişleri Bakanı da olan muhalif liderlerden Amr Musa bakış açılarını şöyle özetlemiş: “Buna darbe demek adil değil. Aslında bu cumhurbaşkanının halk tarafından azli. Bir kaç subay arasındaki toplantılar sonucunda olmadı. Halk ısrar etti. Askerin gelmesi sivil hükümetin yerine geçmesi ile olur. Olup biten tam tersi. Ordu hiçbir siyasi rol üstlenmedi.“
Bu iddia doğru değil. Ordu bal gibi de rol üstlendi. Çarşamba günü Mursi’yi ve bazı Müslüman Kardeşler üyelerini gözaltına alan ordudan başkası değil. Sokaklarda ‘garantörlük‘ adı altında tankları konuşlandıran da. Müslüman Kardeşler yanlısı basının sesini kısan da. Kimi Müslüman Kardeşler üyelerini tutuklayan da...
Peki, nasıl oluyor da demokrasi mevzubahis olduğunda ilkesellikten hareket ettiği iddiasındaki Batı ‘darbe‘ demekten imtina ediyor? Bunu kısmen kendi çıkarlarını konsolide etme çabasıyla yapıyorlar.. Elbette demokrasi algıları farklı. Zira Batı’da ‘sandıktan çıkan sonucu saygı duymak‘ kadar, çok büyük kitlesel hareketliliklerde, skandallarda yahut vatandaşların can kayıplarının yaşandığı kitlesel olaylarda ‘istifa müessesesinin‘ çalıştığı da oluyor. Son örnek Batı’nın ‘en doğusu‘ olan AB üyesi Bulgaristan‘dan. Bulgaristan’da ilkbaharda geniş halk kitlelerine sokaklara döken enerji protestoları yüzünden aslında tek başına iktidar olan güçlü hükümet istifa etmek zorunda kaldı. Sandık kuruldu.
Olan oldu. Yapılacak en akıllıca iş Müslüman Kardeşler’in şartını karşılamak ve Mursi’nin serbest bırakılması. Muhtemelen bunun pazarlığı yapılıyor, karşılığında İslamcıların sokaklardan çekilmesi ve sürece katılmaları. Zira ordunun iki Tahrir vakasından sonra Mısır’ı yönetmesi imkansız. Bir ülkede iktidar kibirli ve kısa görüşlü olabilir. Fakat muhalefetin de demokratik sabır göstermesi, örgütlenmenin yollarını bulması elzem. Demokrasi insanların bir iktidarı denemesi, memnun kalmadığında değiştirebileceklerine inanmalarını gerektirir. Bunun için de devlet kurumlarında, yargıda şeffaflık ve denetlenebilirlik lazım. “Sandığa gitsek ne olur ki, nasılsa hile ile kazanacaklar“ deniyorsa, sorun vardır.
Aynı mesele siyasal İslam için de geçerli. Siyasal İslam’ın demokrasi sürecinden dışlanması tehlikeli. 1990’lardaki Cezayir’i akıldan çıkarmamalı. Siyasal İslam’ın, 21. yüzyılda Ortadoğu toplumlarında her şeyi belirleme iddiasını hayata geçirmesi nasıl mümkün değilse, siyasal İslam’ın tümden dışlanacağı modeller de işlemez. Öyle yahut böyle çözüm sekülarizm şemsiyesi altında uzlaşmaktan geçiyor.
MISIR Arap leminin motor güç olan ülkesi. Ortadoğu’da siyasal İslam’ın gidişatını derinden etkileyecek memleket. Aslında 2011 yılında Arap isyanlarını hiç beklemezken, kucaklarında iktidarı bulan Müslüman Kardeşler’in bir darbeyle devrilmesi, ülkede yeni başlamış demokratikleşme sürecine katılma deneyiminin sekteye uğramasının bölgedeki yansımaları kaçınılmaz. Özellikle de bölge politikaları iki yıldır Körfez bölgesiyle iç içe geçmiş olan Türkiye açısından...
Peki, Müslüman Kardeşler bölgesel anlamda düşüşe mi geçecek? Bu durum bölgeyi nasıl etkileyecek? Bunun ilk tezahürleri için Gazze’deki Hamas, Tunus ve Suriye’deki gidişata bakmak lazım. Ama orta ve uzun vadede asıl belirleyici olan monarşilerin yönetimindeki Körfez bölgesi...
Hamas, Müslüman Kardeşler’in etkisinin artmasıyla Suriye ve İran’la ipleri kopartmış ve Mısır ve Katar’a yaslanmaya başlamıştı. Fakat Mısır darbesinden sonra Hamas’ın işi zor. Kahire desteği kesilirken, asıl Katar’ın ipleri koparma kararı aldığı söyleniyor. Rivayet o ki Katar Halid Meşal‘e ülkeyi terk etmesi için 48 saat mühlet bile tanımış. Hatta yeni Emir’in Müslüman Kardeşler’in pusulası olan Şeyh Karadawi‘yi ülkeden çıkartmaya, vatandaşlığını elinden almaya kalkıştığı söylentileri da ayyuka çıktı.
Mısır’daki darbede asıl pay sahibi ülke Suudi Arabistan. Mısır Genelkurmay Başkanı El Sisi‘nin, yeni yönetimi ilk tebrik eden Suudi Kralı Abdullah‘a bizzat durumun ‘istikrarlı olduğunu‘ iletmesi ne kadar manidar. Suudiler bir yandan Müslüman Kardeşler’den duydukları rahatsızlıkla bölgeye Selefi unsurları zerk ederken, diğer yandan da monarşik düzenlerine meydan okuyacak rakip istemiyor. Birleşik Arap Emirlikleri de aynı şekilde. BAE’de son olarak darbe yapmakla suçlanan Müslüman Kardeşler’le bağlantılı El Islah grubunun 90’dan fazla üyesi 7-15 yıl arasında hapis cezalarına çarptırıldı.
Müslüman Kardeşler’le asıl bağı kurmuş olan, küçük Körfez ülkesi Katar da Mısır’daki darbeci yönetimi ‘selamladı‘. Bunun sebebi Riyad tarafından ‘etkisizleştirilmiş olması‘. Katar’da 18 yıl önce babasına darbe yapmış Emir’in kafasına taş düşmüşçesine henüz 61 yaşındayken iktidarı 33 yaşındaki oğlu Tamim‘e devretmesinin zamanlaması Mısır’dan sonra daha bir manidar oluyor
Velhasıl. Körfez İşbirliği Konseyi‘nin altı üyesi de Kahire’deki gelişmelerden gayet memnun görünüyor. Bu durumda son iki senede Körfez monarşileriyle kader birliği etmiş olan Türkiye’nin tutumunu merakla bekliyorum. Darbeye karşı ilkesel tutum alan Ankara, Körfez ülkelerine karşı nasıl bir tavır alacak? Ortadoğu’ya Körfez bölgesiyle birlikte Sünni hattı üzerinden angaje olmuşken, ‘Müslüman Kardeşler ortaklığının bozulmasının‘ ilişkilerde ne gibi bir etkisi olacak? Asıl bu soruların yanıtlarını aramak gerekiyor.
Şimdiden Mısır’da milyonlarca insanı mobilize eden ve darbenin gerekçelerinin oluşmasında büyük rol oynayan Temerrüd (İsyancı) hareketinin Tunus versiyonu kuruldu. 2011’de 23 yıllık Zeynel Abidin bin Ali rejiminden ordunun da müdahil olduğu yumuşak bir geçişle kurtulmuş olan Tunus da, sandıktan çıkan siyasal İslam’ın, demokratik geçiş süreçleri üretmekteki bocalamalarından azade değil. Ülke iki yıldır anayasa yapımı sürecini bir türlü tamamlayamadı. Bunda İslamcıların ve seküler kesimlerin uzlaşamamasının etkisi büyük. Buna rağmen Ennahda hareketi, sandık zaferini seküler kesimle uyumlu görünen bir koalisyonla götürmeye gayret gösteriyor. Sıkıntılar eksik değil. Özellikle de bütün ılımlı tonlamalarına karşılık Raşid Gannuşi‘nin Ennahda hareketi Selefilere alan açmakla suçlanmaktan kurtulamadı.
Ennahda her ne kadar dengeleri tutturmaya çalışsa da Selefilerin bütün toplumu kendileri gibi davranmaya zorlayan şiddeti seküler kesimi tedirgin ediyor. Bunun en somut görüntüsü seküler muhalefetin son dönemde sesi en güçlü çıkan ismi olan Demokratik Yurtseverler partisinin lideri Şükrü Belayid‘in geçen şubatta suikastla öldürülmesi oldu. Ennahda’nın ‘Devrim Koruma Birliği‘ isimli İslamcı milis güçleri olduğu iddiaları zaten eksik değildi. Bu durum çok büyük kitle gösterilerine ve hükümetin çökmesine yol açtı. Yerini ise Ali Larayidh‘in başbakanlığındaki teknokratlardan oluşan hükümet aldı. Böylece aslında 2011 ekiminde yüzde 42 oranında oy almasına rağmen siyaseten ülkeyi tek başına yönetme pozisyonunda değil. Bütün tartışmalara rağmen Ennahda icraatlarda konsensüs arayışı öne çıkıyor. Bu tavırla da Batı’nın takdirini kazanıyor.
Mısır’daki darbeye Türkiye ile birlikte sert tepki gösterdi Tunus hükümeti ve kınadı. Ancak örneğin Fransa’yı ziyaret eden laik Cumhurbaşkanı Moncef Marzuki‘nin ‘darbe’ kelimesini anmaması manidardı. Marzuki, “demokratik süreç kesintiye uğradı, bu durum düzelmeli“ demekle yetindi. Fransa da bu arada Tunus ile bağlarını sıkılaştırma çabasında olduğunu belirtelim. Paris’ten, ‘bölgenin modeli‘ diye sunduğu Tunus’a son olarak 500 milyonluk krediyi de kaptı.
ceydak22@gmail.com
|
||||||||||
|
Aradığın Evi Bul. Emlak8.Net
Dijital Reklam Ajansı Serbay Interactive