Nihat-ERKAN
KIZILDEREDEN ON İKİ EYLÜL’E
31.03.2012 - Bu Yazı 2657 Kez Okundu.
Yorum : 0 - Onay Bekleyenler : 0
Onlar Kızıldereye, eli kolu bağlı halde öldürülmeyi bekleyen arkadaşlarının idamını engellemek amacıyla gitmişlerdi. Ülkemizin ufkuna kara bulutların çöktüğü bir dönem başlıyordu…
Koca ordu, 11 adamı, bir köy evinde kıstırınca ateş açmadan bekleyip sağ yakalamaz mıydı?
Bunu denemediler bile... İngiliz rehineleri de gözden çıkararak, büyük askeri güçle ve hınçla yaylım ateşi açıp hepsini katlettiler. Grup köyün muhtarının evinde mevziilendi. Operasyon, Ankara Merkez Komutanlığı görevinde bulunan Tümgeneral Tevfik Türün tarafından yönetilmiştir. Helikopter destekli güvenlik güçleri, köydekilerin ihbarı üzerine evi buldu ve kuşattı. Ağır makineli tüfekler ve (köylülerin iddialarına göre) NATO askerleri kuşatmayı destekledi. İçeridekiler, rehineleri dışarı gösterdiler fakat bilinmeyen bir sebeple güvenlik güçleri rehinelere önem vermedi Grup lideri Mahir Çayan, güvenlik güçleriyle iletişime geçmek için çatıya çıkıp konuşma yapmıştır: "Sıradan askerleri çekin üst düzeyler gelsin". "Biz bu yola dönmek için değil ölmek için girdik.
Rehineleri bırakmaları halinde kendilerine zarar verilmeyeceği söylenmiştir. Ancak teslim olmak yerine silahla karşılık veren Mahir Çayan ve ekibi yapılan operasyon sonucu öldürülmüştür. Çatıdaki Mahir Çayan kafasına isabet eden bir mermiyle orada yaşamını yitirdi. Evden gelen silah atışlarının kesilmesi üzerine eve girenler, can çekişmekte olan Saffet Alp'i öldürdüler. Geriye kalanlar savunma mevziine geçerek kapının arkasına yerleştiler. Güvenlik görevlileri ateş açan diğer üyeleri de vurdu. Olaydan önce kaçırılan 3 NATO teknisyeni rehine çatışma esnasında evdekiler tarafından öldürüldü. Alt kata samanlığa kaçan ve saklanan Ertuğrul Kürükçü dışında 30-Mart 1972 günü evdekilerin tümü öldürüldü. Can çekişenleri kurşuna dizdiler.
Onların kurtarmaya çalıştığı 3 genci Deniz Gezmiş-Yusuf Aslan-Hüseyin İnan’I hemen ipe çektiler.
Bir yanda 20’li yaşlarının ortalarında “Ülkemiz emperyalizme teslim olmasın” diye bayrak açan bir avuç genç...
Öte yanda onları yok etmeye çalışan devasa bir devlet mekanizması...
Kimin şiddetini suçlamalı?
Türk devleti, her daim toplumsal muhalefetin karşısına şiddetle dikildi.
Parlamenter mücadele veren TİP’i Meclis’ten kovdu.
Gençlerin demokratik üniversite talebini baskıyla ezdi.
İsyan sokağa taşınca karşısına silahlandırılmış komandoları sürdü.
Devrede olan özel harp dairesi… Sonra da eliyle büyüttüğü şiddeti bastırma bahanesiyle iktidarı orduya verdi; gençleri katledip aydınları hapsetti. Şiddetin ucu özel harp dairesinden çiğlide Ecevit’e kadar uzandı.12 Eylül’e kadar her gün düzenlen provakasyonarla sayısız cinayetler işlenerek…
Ne kazanıldı?
Büyük bir şiddet dalgası geldi; kan gölüne dönen ülke, adım adım 12 Eylül’e götürüldü.
Şiddet, Türkiye siyasetinin olmazsa olmazı, aynı zamanda da en büyük çıkmazı olduğu anlaşılmıştı.
Önceki kuşakta, gençliğinde hapse girmemiş, işkenceden geçmemiş, şiddet görmemiş hemen kimsenin olmadığını, bu zihniyetin gençliğe şiddet dışında yol bırakmadığı bir düzen getirilmişti.
Demokratik kanalları tıkayarak şiddetin yolunu bizzat açıyordu devlet.
Türkiye’nin en birikimli kuşağını acımasızca yok etti 12 Eylül.
.
Facebook Yorumları